“Düş varolan en gerçek şeydir” Stefano E. D’Anna
Ülkemizin zengin kültür
coğrafyasının içindeki tarihi eserleri tanımak ve tarihin akışı içindeki
önemini anlamak, hak ettiği değer ve ilgiyi gösterme fikrinden hareketle bu
ayki yazımda sizlere günümüzden 90 yıl kadar önce, Torosların zor
coğrafyasında, Türk – Alman işbirliği ile gerçekleştirilmiş bir mühendislik
eserinden bahsetmek istiyorum. Varda Köprüsü, halk arasında Vardıha Köprüsü,
diğer bir adıyla Alman Köprüsü, bir diğer adıyla Hacıkırı Köprüsü… Tüm bu
isimlere ilave olarak da Alman kaynaklarında Gavurdağı Köprüsü olarak geçmektedir.
1900’lü yılların başlarında
Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkeler petrol kaynaklarına ve
dünyanın çeşitli yerlerinde onlarca sömürgeye sahiptirler. Ancak 1871 yılında
devlet haline gelen Almanya hızlı bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Hızla
gelişen sanayisine pazar arama ve petrol kaynaklarına ulaşma ihtiyacı oldukça
artmıştır.
O yıllardaki Alman
İmparatoru Kayzer II. Wilheim’in kurmayları ile yaptığı toplantılardan çıkan
sonuç; zorlukların aşılmasının, büyük
bir ekonomi ve sanayi devrimi yapmanın tek çaresinin petrol, maden, tarım ve
ticaret yollarına ulaşmak olacağı ve petrole geçiş yapılamadığı sürece büyüme
ve gelişmenin mümkün olamayacağıdır. Bu sonuç Drang Nach Osten “doğuya doğru”
stratejisini de beraberinde getirir.
Aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda
II. Abdülhamit tahttadır. Osmanlı iç ve dış baskıların arttığı ve Avrupa
devletlerinin “hasta adam” diye toprakları üzerinde iştah kabarttığı bir
dönemdedir.
II.
Abdülhamit, Osmanlı coğrafyasındaki iletişim ve ulaşım hizmetlerinin gelişmesi
ve zenginleşmesinin ülkenin refahını, güvenliğini sağlayacağının, dini,
ekonomik ve askeri konulardaki sorunları çözeceğinin farkındadır. Bu dönemde inşa
edilecek demiryollarının, dış saldırılara karşı bir savunma aracı olmasının
yanında ülkenin refahını arttıracağı ve uluslararası ilişkilerde de Osmanlı
Devleti’ni güçlü kılacağı aşikârdır.
İşte tam bu zamanda,
II. Abdülhamit ve Alman İmparator’u Kayser Wilhelm arasında imzalanan sözleşme
ile Haydarpaşa’dan başlayarak Bağdat’a ve Halep üzerinden Şam’a kadar ulaşacak
bir demiryolu ağı kurulması konusunda projeye başlanma kararı alınır. Bu
projenin hayata geçmesi ile Suriye, Mezopotamya ve Mısır’da zor durumda olan
Osmanlı’nın asker, mühimmat, eşya ve yolcu taşıması, ülkenin güvenliğinin
sağlanması, Almanların ise petrol kaynaklarına, tarım ve maden ürünlerine
ulaşması mümkün olacaktır.
Anlaşmaların
imzalanmasının ardından inşaat çalışmaları hızla başlar ve 1908 yılında
İstanbul’daki Haydarpaşa Garı hizmete girer. Daha sonra sırasıyla Eskişehir,
Konya- Ereğli, Pozantı ve Adana İstasyonları hizmete açılır.
Bağdat Demiryolu
Projesinde Demiryolu İnşaatının en önemli ve geçilmesi zor kısmı Toros Dağlarının
aşılmasıdır. Bu zor geçiş noktasında yer alan Belemedik bölgesinde Almanlar
tarafından 12 km. uzunluğunda tam 22 tünel açılır.
Alman ve Türk işçilerin
çalıştığı ve o zor şartlarda uğrunda öldükleri demiryolu inşaatında Belemedik
ismi önemli yer tutar. Karşılıklı çalışan işçilerin açtıkları tüneller bazen
birbirini görmediğinde Türk işçilerin “bilemedik, bilemedik” diye feryatlarına
karşılık Alman işçiler de “belemedik, belemedik” şeklinde cevap verirler.
Türkiye’nin en güzel ve zorlu coğrafyasındaki bu yere Almanlar tünellerdeki
şaşırmaların simgesi olarak “Belemedik” ismi verilir.
Projenin yapımı
süresindeki yıllar içinde Belemedik/Bilemedik Tren istasyonunda binlerce Alman
ve Türk görev yapar. Bölgede çalışan Almanlar burada hastane, kilise, okul,
sinema, cami inşa ederek adeta küçük bir kasaba oluşturdular. Bağdat demiryolunun
bu en zorlu aşamasını yıllar süren çalışmayla tamamlayan Almanlar Belemedik’in
yüksek bir kesimine bir mezarlık oluşturarak inşaat sırasında hayatını kaybeden
vatandaşlarını buraya defnederler.
Bu inşaat çalışmaları
kapsamında keskin ve dik bir vadinin iki ucunun birbirine bağlanması ve
ulaşımın daha kolay sağlanması, hattın kesintisiz bir şekilde devam edebilmesi
ve Torosların aşılması için bir viyadük yapılması şart olmuştur.
Trenin normal şartlarda
geçemeyeceği bir uçuruma kafes taş örme tekniği ile bir köprü yapımına
başlanır. Köprünün demirleri üzerinde yazılan tarihin 1910 olmasına rağmen
bilinen başlangıç tarihi 1907, bitiş tarihi ise 1912’dir. Bazı kaynaklarda
köprünün inşasının aralıklarla 1917’ye kadar devam ettiği belirtilmektedir.
Dört ana ayak üzerinde
yükselen, 200 metre uzunluğunda ve yerden yüksekliği 99 metre olan, tarihi eser
niteliği taşıyan bu köprü aynı zamanda bir mühendislik harikasıdır ve bugün
TCDD 6. Bölge sınırları içinde bulunmaktadır.Varda Köprüsü denizden 600 metre
yükseklikte bir köy olan Hacıkırı köyüne 500 metre mesafededir.
Almanların tünellerden
sonra en çok uğraştıkları ve zorlandıkları inşaat Hacıkırı Köyündeki Varda
Köprüsü olmuştur. Bu işin zorluğunu gören Almanlar İstanbul Tarabya’da doğmuş,
Yunan asıllı olan ve daha sonra Almanya’ya yerleşerek Alman vatandaşı olan
Nicolas Mavragordato’yu apar topar Adana’ya getirerek başmühendis olarak
inşaatın başına getirirler.
Bir de halk arasında hikâyesi
vardır bu köprünün… Örme taş tekniği ile yapılan köprünün inşaatı sırasında ayakları
arasına çıkrıklar konmuştur. Çalışan işçiler bu çıkrıkların ucuna kovalar asıp
inşaatta kullanılacak taşları içlerine koyarak yukarı ve aşağı taşımaktadırlar.
Taşın ulaştığı yerdeki kişi de çıkrığın taş dolu kovası ulaştığında “vardıha” diye seslenerek taşı aldığını
bildiriyormuş. Yine halk arasında rivayet olunduğu üzere bir gün, bir bayan
mühendis köprü üzerinde kontrol amaçlı dolaşırken kazala aşağıya düşmüştür.
Yere çakıldığında işçilerden biri “vardıha” diye bağırmış ve bu olaydan sonra
bu köprünün adı “Vardıha” diye anılır olmuştur.
Alman ve Türk
işçilerinin Berlin ve Bağdat’ı birbirine demiryolu ile bağlanmasının en zorlu
aşaması olan Toros Dağları’nın 100 yıl öncesinin teknolojisiyle açılan tünelleri
ve Varda Köprüsü bugün bile görenleri hayran bırakıyor.
Görüşüm odur ki; Varda
Köprüsü daha kısa sürede bitirilebilseydi, 1. Dünya Savaşı daha farklı şekilde
sonuçlanabilir, Orta Doğu’nun durumu şimdikinden daha farklı şekillenebilirdi.
Tarihi eserlerimize,
kamuoyu olarak son yıllarda bilinçlenmeye başlasak da hala hak ettikleri ilgi
ve değeri veremiyoruz. Birçok tarihi yapı, eser gözlerimizin önünde yitip
gidiyor.
Milli servetimizin,
kültür mozaiğimizin izlerini taşıyan eserlerimizi koruma bilincinin oluşması
ortak dileğimiz…
Saklı güzellikleri
keşfetmenin coşkusunu her daim içimizde hissetmek dileğiyle…
Güzel bir çalışma olmuş. Elinize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilTarihe ışık tutan müthiş bir yazı olmuş Nükhet hanım.
YanıtlaSil