Ana içeriğe atla

Endüstriyel Mirasın İzinde


Sabun insana her zaman temizliği ve saflığı hatırlatır… O’na dokunmadan geçirdiğimiz günümüz neredeyse hiç yoktur. Günlük yaşantımızın önemli bir parçası olan sabunun geçmişi M.Ö. altı binlere kadar uzanır.
Bir Roma efsanesi sabunun keşfini şöyle anlatılır;
Hayvanların kurban edildiği Sapo Dağı’nın kıyısında bulunan Tiber Nehri’nde çamaşırlarını yıkayan kadınlar, çamaşırlarını eskiye oranla daha az çaba harcayarak temizlediklerini fark ederler. Çünkü yağan yağmurlarla beraber dağdan aşağıya donyağı ve odun külü karışımı akmakta, Tiber nehrinin killi toprağı ile birlikte sürüklenmektedir. Bu karışım nehirde yıkanan çamaşırların daha çabuk ve kolay temizlenmesini sağlamaktadır. Günümüzde Sapo Dağı’nın yeri ve varlığı bilinmemektedir.
M.Ö. 1500′e ait Ebers Papirüslerinde, kişisel temizliklerine düşkün olan Mısırlılar’ın, hayvan ve sebze yağları ile alkalinli tuzdan elde edilen sabunsu bir maddeyle yıkandıkları belirtilmektedir.
Osmanlı Döneminde ise bazı kaynaklara göre sabunculuğun M.S. 14. Yüzyıla kadar dayandığı söylenmektedir. Son üç yüz yıl içinde sabun sanayiinde meyve esanslı üretimlerin yapıldığı, bu sabunları ise saray halkı ve zengin tüccarların kullandığı biliniyor. Hatta bu dönemde, bu özel sabunlar padişah kızları ve cariyelerin çeyizlerini süsleyen, yabancı devlet adamlarına gönderilen hediyelerin başında gelmiştir.
Gaziantep’in şirin ilçesi Nizip 19. Yüzyıldan itibaren ürettiği sabunlar ile büyük ün salmıştır. O dönem sabunun en iyisi Nizip’te yapılırdı. Hatta 20. Yüzyılın başlarında Nizip’e Halep’ten sabun ustalarının geldiği bilinmektedir.
Nizip, bölgede bol yetişen zeytin ağacından elde edilen yüksek asitli zeytinyağının kullanılması ile 1960’larda Türkiye’nin sabun ihtiyacının yaklaşık yüzde 60’ını karşılar olmuştur.
Nizip’in sabunculuk geçmişi 200 yıllık bir tarihten gelir. Hatta bu işin daha da gerilere, Zeugma’ya kadar dayandığı bile söylenmektedir.
Sabunları ile ün salan Nizip’te, cumhuriyetin ilk yıllarında, sabun fabrikası olan, girişimci bir iş adamı; Ali Alkan. 1930’lu yıllarda, sabun fabrikasında, imalatta kullanmak üzere, o döneme göre takdir edilecek bir yenilik yapıyor. İmalat sırasında, buharından faydalanmak üzere bir lokomobil edinmeye karar veriyor.
Lokomobil; genellikle buharla çalışan, tekerlekler üzerine oturtulmuş, bir aracı istenilen yere çekebilecek biçimde yapılmış bir tür ulaşım aracıdır. Tarımda harman makinelerini, sabanları, sulama araçlarını yürütmeye yarar. Genel olarak bir kazan ve silindirden meydana gelir. Lokomobiller traktörlerin atasıdır. Ve artık günümüzde kullanılmamaktadır.
Almanların 19. Yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Devleti ile yaptıkları anlaşma gereği Anadolu’da demiryolu yapımına başlanır. Bu demiryolu Halep üzerinden Çobanbey istasyonunu devam ederek, Karkamış’a, oradan da bir köprüyle Fırat üzerinden geçilerek Bağdat’a doğru devam ettirilir.
Ali Alkan 1930’lu yıllarda, Karkamış İstasyonu’nda bulunan, Almanlar’dan kalma, ama TCDD’nin malı olan bir lokomobili satın alır. Amacı sabun fabrikasında bu lokomobilin buhar kazanından faydalanarak sabun üretimini arttırmaktır.
Ali Alkan TCDD’den, muhtemelen dar hat denilen dekovil hatlarında kullanılmış veya kara nakliyesinde buharlı karayolu aracı olarak kullanılmış olması muhtemel bu Lokomobil’i alır almasına ancak o dönemde Lokomobili Nizip’e ulaştırmak pek de kolay değildir.
O yıllarda Karkamış – Nizip demiryolu henüz var olmadığından, Lokomobili karayolu ile götürmeye mecbur kalır. Dönemin kamyonları şimdikilere göre daha küçüktür ve çoğu yerde henüz yol bile yoktur.
Ali Bey, iki kamyonu yan yana sabitleyerek ve çoğu yerde bu şekilde ilerlemek güvenli olmadığından yol kenarındaki tarlaların içinden giderek, lokomobili Nizip’e ulaştırır.
Yol boyunca içlerinden geçilerek, mahsullerine zarar verilen tüm tarla sahiplerinin zararlarını karşılar.
Ve Ali Bey, işte bu Lokomobil ile uzun yıllar sabun fabrikasında üretimine devam eder.
Aradan yıllar geçer… Ali Bey’in sabun fabrikası kapanır. Ali Bey rahmetli olur. Fabrikanın kapısına kilit vurulur. Ama lokomobil bu yıkılmaya yüz tutmuş binanın içinde öylece kalır…
Ta ki bir arkadaşımın tesadüf eseri O’nu görüp bana anlatmasına kadar…
O, Almanya’nın Meinheim kentinde imal edildikten sonra, yolu bir şekilde Anadolu’ya düşen ve yıllarca Türk ekonomisine katkı sağlayan, yakın tarihe tanıklık eden bir emektar…
Endüstriyel mirasımızın değerli bir parçası…
Ve hala orada…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ankara Gençlik Parkında Bir Küçük Tren…

İnsanların boş zamanlarını geçirdiği, ailece eğlendiği ve gezdiği mekânların günümüzdeki kadar alternatifi olmadığı devirlerde, Ankara Gençlik Parkı’nın kent sakinleri üzerinde güçlü bir cazibesi ve büyüsü vardı. Ankara’da doğup büyümüş ya da sonradan yerleşmiş olsun çoğu insanın yolunun bir şekilde düştüğü Gençlik Parkı, kim bilir kaç kuşağın anılarında silinmez izler bırakmıştır. Ünlü edebiyatçımız Rıfat Ilgaz “Gençlik Parkı”nı şu mısralarla anlatır; Bütün sokakları bu kentin Gençlik Parkı'na açılır, Bir sevgi ilkyaz sıcaklığında, Bir türkü yükselir uygarlıktan yana, Halktan yana, emekten yana, bilimden yana, Alır karamsarlığımızı götürür, Mavilikte açılır tomurcuk, Bir halı dokunur yurt güzelliğinde, Geleceğin yollarına serilir, Genç dediğin boy atmalı özgürlüğe doğru, Büyümeli yılların kısırlığında böyle dik, Gün ışırken yerini almalı en önde, Gençlik Parkı'nda coşkudan bayrak çekilmeli… Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara, başkent

CHESTER PROJESİ

Sanayi Devrimi’nin en büyük simgelerinden biri olan demiryolu Osmanlı İmparatorluğu’na birçok yenilikten daha önce girmiştir. Osmanlı İmparatorluk sınırları içindeki ilk demiryolu, İngilizlerin de teşviki ile Mısır’da İskenderiye – Kahire arasında inşa edilmiştir. Osmanlıyı Avrupa’ya bağlayan ilk demiryolu ise 1888 yazında işletmeye açılmıştır. Avusturya sınırından başlayıp Belgrad, Niş, Sofya ve Edirne’den geçerek İstanbul’a uzanan Şark Demiryolları Osmanlı başkentini artık doğrudan doğruya Viyana, Paris, Berlin ve Calais üzerinden Londra’ya bağlıyordu. Ulaşım, gittiği bölgelerde kültürel, iktisadi, siyasi ve askeri standardizasyona her zaman hizmet etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise isyanların başladığı, ülkenin zayıfladığı bu dönemde Osmanlı Devleti yöneticileri için ulaşım tüm bu özelliklerinin ve etkilerinin yanında “toprak birliğini güvence altına almak” için de en etkili ve öncelikli işlev olarak görülmüştür. Osmanlı demiryollarına yapılan yatırımın %90’ı yabancıy

Bir Demiryolu, Bir Tünel, Bir Mühendis…

Takvimler 1927 yılını gösterdiğinde dünyada hayat şimdikinden çok farklı bir şekilde akıyordu… Tüm yeryüzünde 2 milyar insan yaşıyordu ve henüz sadece bir Dünya Savaşı olmuştu. 1927 yılında ülkemizde yapılan ilk genel nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusu 13 milyon 648 bin 270 kişi çıkmıştı. Atatürk Time Dergisi’ne ikinci kez kapak olmuş,   İstanbul Radyosu ilk yayınına Sirkeci’deki Büyük Postane Binası’nın bodrum katında yine bu yıl başlamıştı. Milli mücadeleden bağımsız bir devlet olarak çıkan, tüm yurdu demir ağlarla örmeye kararlı genç Türkiye Cumhuriyeti, “Bir karış fazla şimendifer” parolasıyla art arda demiryolu projelerini hayata geçirmeye başlıyordu. Bu çalışmalar kapsamında çıkarılan bir kanunla, Irmak – Filyos Demiryolu hattının yapımına da 1927’de başlanmış oldu.   Kömüre Giden Demiryolu Özellikle savaş dönemlerinde kömür sıkıntısının çekilmesi, Batı Karadeniz kömürlerine sadece denizden ulaşılması bir demiryolu inşasını zorunlu kılmaktaydı. Demiryolu sadec