Taşı toprağı altındır diyerek,
Anadolu’dan gelenlerin ilk gördüğü İstanbul silueti, hayatına yeni bir sayfa
açmak isteyenlerin geçmişlerinin son durağı, açamayanlar içinse hayal
kırıklıklarının ilk durağıdır Haydarpaşa…
Binlerce insan, binlerce hikâyedir…
Göç edenlerin, ekmek parası kazanma umudu ile çalışmaya gelenlerin, başlık
parası denkleştirmek için, okumak için, akrabaları ziyaret için çıkılan yolların
düğümlendiği, çözüldüğü yerdir... Ayrılıkların, kavuşmaların, vedaların,
karşılamaların, en hazin hikayelerin
tarihi dekorudur Haydarpaşa..
İstanbul’a girilen, ardına kadar açık bir
kale kapısıdır.
Denize paralel uzanmış mermer
basamaklarda durmak, sanki İstanbul’a “karşı” durmaktır. İskeleye yanaşan vapura
binerek, birazdan içine karışılacak o karmaşaya şöyle bir uzaktan bakmaktır.
Sultanahmet’in minarelerini, dalgalardan koruyan mendireği, İstanbul’da güneşin
kızıl batışını, hatta bazıları için denizi ilk gördüğü yerdir Haydarpaşa…
İstanbul’dan Anadolu ve Ortadoğu’ya açılan en görkemli kapıdır.
O mermer merdivenlerde, hep bir
yerlere yetişme telaşı içinde koştururken hiç düşündünüz mü?
Garın kulesindeki saatin altında kaç
kavuşma, kaç ayrılık, kaç umutsuz bekleyiş
yaşandığını… İnsanların kol saatine bile zor sahip oldukları yıllarda, o
saati hangi ustanın yaptığını hiç merak ettiniz mi?*
“Memleketimden İnsan Manzaraları”
bile Nazım Hikmet’in dizelerinde Haydarpaşa’dan başlar..
Haydarpaşa garında
1941 baharında
Saat onbeş
Merdivenlerin üzerinde güneş
Yorgunluk ve telaş
Bir adam merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek...
Haydarpaşa Garı’nın tarihi 100
yıl öncesine dayanıyor. O dönemde padişah olan II. Abdülhamit, “Bunca kilometre
demiryolu yaptım memlekete, çelik rayların ucu Haydarpaşa’da. Koca binalarıyla
liman yaptım, yine belli değil. Bana o rayların denize kavuştuğu yere öyle bir
bina yapın ki, ümmetim baktığında “Buradan bindiğimde hiç inmeden Mekke’ye
kadar gidilir” desin.” Diyerek 1906 yılında Haydarpaşa Garı’nın yapımını başlatıyor
ve gar binası iki yılda tamamlanarak hizmete açılıyor.
Binanın bulunduğu alana, Kanuni
Sultan Süleyman döneminde yaşamış, Ağa Ocağında yetişmiş mimar, daha sonra
vezirliğe kadar yükselmiş Haydar Paşa’nın adı verildiğinden, buraya yapılan bina
da bu adla anılır olmuştur. Fakat Haydarpaşa Garı Abdülhamit’e pek şans
getirmemiştir. Zira hizmete girdiği yıl padişah tahttan indirilmiştir.
1906 yılında iki Alman mimar Otto
Ritter ve Helmuth Cuno tarafından
projesi hazırlanarak yapımına başlanan gar binası, 1500 İtalyan taş ustasının
iki yıllık çalışması sonucu 1908 yılında tamamlanmıştır.
Binanın inşaatı “Anadolu-Bağdat
Şirketi” adı altındaki bir Alman şirket tarafından gerçekleştirilmiş ve
şirketin Alman genel müdürünün teşebbüsü ile garın önüne bir mendirek inşa
edilerek, Anadolu’dan gelecek ve Anadolu’ya gidecek vagonlardaki ticari
eşyaların yükleme ve boşaltımının yapılacağı tesisler ve silolar yapılmıştır.
Binanın mimari tarzı “Neo-klasik
Alman Mimarisi” stilindedir. Her biri 21 metre uzunluğunda 1100 adet ahşap
kazık üzerine inşa edilmiştir. (Haydarpaşa Garı’nın oturtulduğu zemine (denize)
çakılan kazıkların Kınalıada’dan kesilen ağaçlar olduğu söylenmektedir. Hatta
Bedri Rahmi Eyüpoğlu İstanbul Hatırası isimli şiirinde;
Şehrin burasına dokunma kanar,
1900’lerin kırkında
Diri diri budunu kesip kınalı
kekliğin
Haydarpaşa’ya rıhtım yaptılar
Fukaranın bir yanı hala sinsi
sinsi kanar
Kınalıada” diyerek bu durumu dile
getirmiştir.
Binaya kuş bakışı bakıldığında
bir bacağı uzun, diğer bacağı kısa bir “U” harfi şeklinde olduğu görülüyor.
Binanın içinde geniş ve yüksek tavanlı odalar yer alıyor.Zamanında bu odaların
tavanları da kalem işi nakışlarla ayrı birer sanat eseriymiş. İç tarafta kalan boşluk ise iç avluyu
oluşturuyor. Binanın denize bakan tarafında ise, her iki ucuna denk gelen yerlerde dairesel kuleler var. Binanın
yapımında Hereke’den gelen pembe renkli granit taşlar, zemin ve asma katlarda
Lefke-Osmaneli taşından cephe kaplaması kullanılmıştır. Gar binası başlangıçta
2525 m2 alana kurulmuş ve bugünkü kapalı kısımları ile birlikte 3836 m2 bir
alana yayılmıştır.
1914-1918 yılları arasında, I.
Dünya Savaşı sırasında, Haydarpaşa Limanı ve Garı kullanılarak, Anadolu’daki
Türk Birlikleri’ne işgal kuvvetlerinden gizli olarak cephane sevkiyatı
yapılmıştır. Anadolu’ya sevk edilmek üzere gar deposunda bulunan cephaneler, 6
Eylül 1917 günü yapılan bir sabotaj ile infilak ederek büyük bir yangın
çıkarmış, gar binası büyük zarar görmüş, cephane ve asker dolu vagonlar bu
sırada yanmıştır.
Gar binası sadece İstanbul’a
gelenlere ev sahipliği yapmamış, yıllarca cepheye gidenlere, Aşkale’ye sürgüne
gidenlere, bu şehirde aradığını bulamayanlara, gidip de dönmeyenlere, dönüpte
bulamayanlara, arkalarında koca bir şehri bırakanlara şahit olmuştur.
I.Dünya Savaşı’ndan sonra
Osmanlı’nın yenik çıkmasını fırsat bilen İngilizler 15 Ocak 1919 tarihinde
Haydarpaşa Garı ve Gebze’ye kadar olan hatta el koymuşlar ve bu işgallerini 25
Eylül 1923 gecesine kadar sürdürmüşlerdir.
TBMM, Cumhuriyet’in ilanından
sonra Haydarpaşa Garı Umum Müdürlüğü’ne Atatürk’ün yakın silah arkadaşı Behiç
Erkin’i tayin etmiştir. Gar’ın görevdeki Umum Müdürü Alman uyruklu Bay Hügnen
tren hattını işletmeyi Türkler’in bilmediğini, bu işi ancak kendisinin
başarabileceğini söyleyerek Behiç Bey’in moralini bozmaya çalışmıştır. Ancak
Behiç Bey, kendisini TBMM’nin buraya atadığını ifade ederek görevine başlamış
ve Haydarpaşa Garı’nı ekibi ile birlikte çok başarılı olarak işletmiştir.
Bu tarihten itibaren, Mustafa
Kemal Atatürk başta olmak üzere yerli ve yabancı birçok devlet büyüğü
Ankara-İstanbul hattını sürekli kullanmışlardır.
15 Kasım 1979 tarihinde
Haydarpaşa mendireğinin biraz açığında akaryakıt yüklü “Independenta” adlı
tankerin Yunan bandıralı “Evriali” ile çarpışması sonucu şiddetli bir patlama
meydana gelmiş ve dönemin büyük vitray ustalarından Linneman’ın yaptığı kurşun
vitrayların neredeyse tamamı zarar görmüştür. Güneşli günlerde, gara o muhteşem
ışık ve renkleri yayan vitraylar daha sonra aslına uygun olarak vitray
sanatçısı Şükriye Işık tarafından yeniden onarılmıştır.
Haydarpaşa Garı’nda, rayların
arasında bir türbe olduğunu biliyor musunuz? Haydar Baba Türbesi… Belki şu anda
unutulmuş bir gelenek ama türbenin ilginç özelliklerinden biri de makinist ve
tren personelinin yola çıkmadan önce uğrayarak, sağ salim bir yolculuk için dua
etmesi.. Bu gelenek Haydarpaşa Garı’nın inşa edildiği 1908 yılına kadar
uzanıyor.
1970’lerde çekilen, büyük şehire
göçü anlatan Yeşilçam filmlerinin ilk sahnelerinin platosudur
Haydarpaşa…Ayrılığın ve kavuşmanın mekanı…
Bazı binalar vardır. Bulundukları
şehrin simgesidir. İşte Haydarpaşa da böyledir. O İstanbul’un siluetini
tamamlayan, tarihi şehir dokusunun en önemli parçalarından biridir. Özenle
korunmalı, güvercinleriyle, insanlarıyla, trenleriyle, bir torunla, bir ninenin
ortak anılarının olduğu, yaşayan bir mekan olmaya her daim devam etmelidir.
Kimler geldi, kimler geçti
oradan… Padişahlar, sultanlar, koskoca düşman ordularını yenen Mustafa Kemal
bile geçti buradan… O hala sapasağlam ayakta… Kolay değil o kadar hatırayı
taşımak… Yüzlerce, binlerce umut yolcusuna kanat germek…
İşte karşınızda Haydarpaşa, anlatacağı
çok şey var soranlara…
*Haydarpaşa Gar saatini Çemberlitaş
27 numarada kendi saatçi dükkanında Mustafa Şem’i yapmıştır. Yakın zamanlara
kadar Haydarpaşa’daki yuvarlak saatin üzerinde kocaman harflerle Şem’i yazardı.
Bütün Dünya Dergisi/ Eser Tutel
Geleceğindeki karanlığı görmüş sanki Haydarpaşa. Üzerinde dolaşan kara bulutlara bak.
YanıtlaSil